Abdi İpekçi suikastı

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Abdi İpekçi suikastı
Harita
BölgeNişantaşı, İstanbul
Koordinatlar41°02′58.3″K 28°59′30.8″D / 41.049528°K 28.991889°D / 41.049528; 28.991889
Tarih1 Şubat 1979
Saldırı türü
Silahlı saldırı
Ölü1
İşleyenlerMehmet Ali Ağca

Abdi İpekçi suikastı, dönemin Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da suikastçı Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldüğü saldırıdır.

Olay öncesi[değiştir | kaynağı değiştir]

1979 yılında Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak karışıklıklar içindeydi. Sokaklarda asayişi askerler sağlamaya başlamıştı. Hayat pahalılığı, elektrik kesintileri ve temel gıda ürünlerinin piyasada yeteri kadar bulunamaması terör faaliyetlerini tetikler duruma getirmişti.

Cinayetin işlendiği Emlak Caddesi'nin (bugün Abdi İpekçi Caddesi) 1979'daki görünümü

Gazeteci Abdi İpekçi, dönemin CHP Genel Başkanı ve Başbakanı Bülent Ecevit ile Ana Muhalefet Partisi Adalet Partisinin Genel Başkanı Süleyman Demirel'i bir araya getirip siyasi çıkmazın bir an önce son bulmasını istiyordu.

Abdi İpekçi 31 Ocak 1979 tarihinde Ankara'ya gitti. 1 Şubat günü saat 10.00'da Başbakan Bülent Ecevit ile görüştü. Aynı gün saat 16.40'ta İstanbul'a dönüş uçağına bindi. Aynı uçakta iş adamı Sakıp Sabancı ile yan yana oturdu. İkili, uçak İstanbul'a inene kadar sohbet edip ülke gündemini konuştu. İpekçi, Yeşilköy Havalimanı'nda Ana Muhalefet Lideri Süleyman Demirel'i aradı. İpekçi'nin Ecevit'e yakınlığını eleştiren Demirel, İpekçi'ye, "Bülent Ecevit'e gösterdiğin yakınlığın onda birini bana gösterseydin Türkiye'nin taşı toprağı altın olurdu." şeklinde bir açıklama yaptı. Bu durum, Ecevit ile Demirel'i bir araya getirmeye çalışan İpekçi'yi siyasi krizin son bulması açısından ümitsizliğe soktu.

Havaalanından çıkan Abdi İpekçi, Cağaloğlu'nda bulunan Milliyet gazetesi binasına gitti. O sırada Ayetullah Humeyni Paris'ten İran'a dönmüş ve devrim hareketlerini başlatmıştı. İran kargaşa içerisindeydi. İpekçi, gazetenin yazarlarından Sami Kohen'i çağırıp İran gündemi ile ilgili görüş alışverişinde bulundu. Kohen, "İran'da Beklenenler" adlı yazısının son hâlini tamamlayıp İpekçi'ye gösterdi ve aldığı onayın ardından yazısını baskıya gönderdi.

Aynı günün akşamı Abdi İpekçi, gazetenin sahibi Ercüment Karacan ile akşam yemeğinde buluşup hem Sakıp Sabancı görüşmesini hem de Ankara izlenimlerini anlatacaktı. İşten çıkmadan kısa bir süre önce İpekçi, gazetenin Yazı İşleri Müdürü Hasan Pulur ile görüştü, "O mavi dosya ne oldu?" şeklinde bir soru iletti. Mavi dosya bir kaçakçılık dosyasıydı ve gündemi meşgul eden konular arasındaydı. Pulur'dan çalışmaların devam ettiği bilgisini aldıktan sonra eşini arayıp hazır olup olmadığını sordu. Hazır olduğunun cevabını aldıktan sonra eşyalarını hazırlayıp ofisini terk etti.

Olay anı[değiştir | kaynağı değiştir]

Abdi İpekçi'nin suikasta kurban gittiği aracı

Saat 19.30 sularında gazete binasından çıkan Abdi İpekçi, arabasına bindi. Teşvikiye semtinde bulunan evinden eşi Sibel İpekçi'yi alıp gazetenin sahibi Ercüment Karacan'ın Arnavutköy'deki evinde akşam yemeği yiyeceklerdi. İpekçi, 34 SL 001 plakalı açık mavi BMW marka aracıyla önce Karaköy, Kabataş yönünden Dolmabahçe'ye ulaştı. Buradan Taksim'e, oradan da Nişantaşı'nda bulunan Emlak Caddesi'ne (şimdiki adı Abdi İpekçi Caddesi) geldi. Hafif bir yağmur yağıyordu. Trafik az da olsa sıkışık durumdaydı. İpekçi'nin evi Teşvikiye Karakolu'nun bulunduğu Bostan Sokağı'ndaydı. İpekçi, Emlak Caddesi'nin karakol dönüşünden içeri sapıp evine ulaşacaktı.

Evine yaklaşık yetmiş metre kala trafik durma noktasına gelmişti. Saat 20.15 civarıydı. Abdi İpekçi'nin arabasına ön taraftan yaklaşan saldırgan önce otomobilinin camında delik açtı, ardından otomatik silahla açılan delikten İpekçi'ye beş el ateş etti. İlk iki kurşun İpekçi'nin sağ koluna isabet etti. İpekçi sol eliyle silahın namlusuna hamle yapmak istedi ancak başaramadan saldırgan üçüncü kez ateş etti. Üçüncü kurşun İpekçi'nin cebindeki kalemi parçalayıp kalbine saplandı. Bu öldürücü darbenin ardından saldırgan iki el daha ateş edip kendisini bekleyen arabaya doğru kaçmaya başladı. Kontrolden çıkan İpekçi'nin aracı ise kaymaya başladı ve cadde dönüşünde bulunan aydınlatma direğine çarparak durdu. Otomatik silah seslerini o sırada İpekçi'nin evinde bekleyen eşi Sibel İpekçi ve gazeteci Leyla Umar da duydu. Eşi İpekçi, "Abdi'yi vurdular!" şeklinde bir ifade kullanarak kendini panikle dışarı attı. İkili birlikte olay yerine geldiklerinde kalabalık bir topluluk arabanın etrafını kuşatmıştı, polis ise incelemelerde bulunuyordu. Polis, ilk yapılan kontrollerde İpekçi'nin henüz hayatını kaybetmediğini belirleyip İpekçi'yi Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldırdı. Ancak İpekçi burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.[1]

Suikast sırasında Mehmet Ali Ağca'nın üzerinde siyah kumaş pantolon, siyah ayakkabı, yakalı kazak ve açık renkli pardösü vardı. Ağca olay yerine beyaz Anadol marka bir otomobil ile gelmişti. Aracı kullanan kişi, polis ifadesinde, "Cinayet işleneceğinden haberim yoktu." diyen Yavuz Çaylan'dı. Ağca indikten sonra Çaylan, aracı o zamanın ünlü restoranlarından biri olan Ruje Nuar'ın önüne park edip beklemeye başladı. Ağca zaman zaman caddenin karşı kıyısına geçip Abdi İpekçi'nin aracının gelip gelmediğini kontrol ediyor, ardından tekrar bekleme noktasına geçiyordu. Bu şüpheli hareketler etrafta bulunan vatandaşların dikkatini çekmiş, bu nedenle etkili bir eşkâl profili çıkarılabilmiştir. Suikast sonrası Ağca kendisini beklemekte olan Anadol marka araca binerek olay yerinden uzaklaşmıştır. Araç Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nun üzerinde bulunduğu cadde üzerinden önce Taksim'e, ardından da Unkapanı yönüne gitmiş ve daha sonra gözden kaybolmuştur.

Mehmet Ali Ağca'nın ifadesine göre, birinci planda Abdi İpekçi'nin kaçırılıp Başbakan Bülent Ecevit'e şantaj yapılması hedefleniyordu. Ancak bu planın neden işlemediği henüz açığa kavuşmadığı gibi bazı otoriteler, katilin soğuk hava ve uzun bekleme süresi nedeniyle stres içine girdiği ve bu nedenle ateş etme yolunu seçtiğini belirtmektedirler.

Olay sonrası[değiştir | kaynağı değiştir]

Abdi İpekçi'nin öldürülmesi Türkiye'de büyük bir infiale neden oldu. Dönemin Hürriyet gazetesi sahibi Erol Simavi'nin önerisi ile 2 Şubat 1979 tarihinde gazeteler siyah başlıklarla çıktı. Suikast yabancı ülkelerde de dikkat çekti. Dünya gazeteleri, suikastı çeşitli başlıklarla haber verdi.[2] İpekçi 4 Şubat'ta defnedildi.[3] Polis her yerde katili aramaya başladı. Katili bulana 6 milyon Türk lirası ödül verileceği duyuruldu. Gazete ve dergilerde katilin bulunmasına yönelik boy boy ilanlar yayımlandı. Aynı dönemde bazı gazetecilere korumalar tahsis edilirken gazete merkezlerinde güvenlik üst seviyeye çıkarıldı. Birçok gazeteci, iş çıkış saatleri ve eve gidiş güzergâhlarını değiştirirken yine birçok önemli gazeteci güvenlik gerekçesiyle yıllık izne çıktı.

Her ne kadar 1970'li yılların sonu terör faaliyetlerinin zirvede olduğu bir döneme denk gelse de Abdi İpekçi'nin öldürülmesi birçok kesimde büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çünkü İpekçi herhangi bir ideolojiyi temsil etmekten çok uzlaştırıcı kimliği ile tanınan bir gazeteciydi.

İstanbul Polisi'nin bu suikast için özel olarak kurduğu ekip çeşitli yerlere baskınlar düzenlemeye başladı. Farklı bölgelerde eş zamanlı aramalar yapıldı. Bu aramalar sırasında, daha sonra Mehmet Ali Ağca'nın arkadaşı olduğu anlaşılan bir kişinin evinde sayfasının yarısı yırtık bir telefon rehberi bulundu. O dönemki telefon rehberlerinde adres sahibinin krokileri de yayımlanıyordu. O yırtılan sayfada Abdi İpekçi'nin evinin krokisi vardı. Bu durum cinayetin aydınlatılması yönünde önemli bir adım oldu. Evinde arama yapılan kişinin vasıtasıyla çember iyiden iyiye daraltıldı. Zaten robot resimleri ile eşkâli tespit edilen Ağca, suikasttan 5 ay sonra, 25 Haziran 1979'da İstanbul Beyazıt Meydanı'nda bulunan tarihî Küllük Kıraathanesi'nde kâğıt oynarken yakalandı. Yakalanan Ağca, içeride basın mensuplarının da bulunduğu polis ifadesinde şu açıklamaları yaptı: "İsyan ettiğim için öldürdüm. Hükûmete karşı değil, düzene karşı olduğum için öldürdüm. Açıklayacağım tek şey; silahlı sağ veya sol eylemci olmadığım, bağımsız tek başına terörist olduğumdur. Kesinlikle hayatımda hiçbir siyasal kuruluşa üye olmadım." Suikastı ısrarla tek başına işlediğini söyleyen Ağca isim vermekten çekinmiş ve ilk etapta olayın kişisel bir mesele gibi algılanmasını istemiştir. Ağca'yı yakalayan polis memuru henüz 37 yaşında olmasına rağmen bilinmeyen bir sebeple emekli edildi. Ağca cezaevine kondu.

Sonraki gelişmeler[değiştir | kaynağı değiştir]

Geniş güvenlik önlemleri eşliğinde suikastın tatbikatı yapılırken (11.07.1979, Saat 06.17)
Abdi İpekçi Anıtı (İstanbul)

Mehmet Ali Ağca, Abdi İpekçi'yi öldürdüğü gün 21 yaşındaydı. Malatyalı yoksul bir ailenin oğluydu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi. Polis'in yaptığı araştırmalara göre suikastta tetikçi olarak kullanılmıştı. Cezaevinde 6. ayında beklenmeyen bir açıklama yaparak tüm suçlamaları reddetti. Eğer mahkemeye çıkarsa her şeyi açıklayacağını deklare etti. Bu açıklama bazı çevrelere mesaj olarak algılanırken Ağca 25 Kasım 1979'da Maltepe Askerî Cezaevi'nden üzerinde asker elbisesi ile firar etti.[4] Bu firar ile ilgili yıllar sonra açıklama yapan Ağca, "Eğer içeride kalsaydım bu durum bazı çevreler için yenilgi olacaktı. Bu nedenle firar ettirildim." dedi.

Firar eden Mehmet Ali Ağca, kısa aralıklarla İstanbul'un değişik bölgelerinde saklandı. Mümkün olduğunca sabah vakitlerinde dışarı çıkarılmıyor, ihtiyaçları aracılar vasıtasıyla sağlanıyordu. Kaçak hayatı yaşadığı süre içerisinde geceleri geç yatıyor, sabahları saat 8-10 arasında uyanıyordu. Eve devamlı gazete alınırken Ağca'nın sıkılmaması için yanında video cihazı ve filmler taşınıyordu. Çoğunlukla zamanını geçirdiği odanın kapısında birileri nöbet tutuyor, gelen haberlere göre mekân değiştirmesi sağlanıyordu. Yaşadığı bu hayattan sıkılan Ağca bir süre sonra kendisine yardımcı olan kişilerden yurt dışına gönderilmesini talep etti. Bunun üzerine kendisine yeni bir görev tayin edildi. Bu görev sanılanın aksine yurt dışında özgür bir yaşam şekli değil, farklı bir cinayet planıydı. Uğur Mumcu'nun Papa-Ağca-Mafya, Enis Berberoğlu'nun ise Susurluk: 20 Yıllık Domino Oyunu kitaplarında belirttiklerine göre; ülkücü Abdullah Çatlı, Roma'daki mahkeme tutanaklarında yer alan ifadesinde, Papa'ya suikast girişiminden önce Ağca, Oral Çelik ve Mehmet Şener ile Viyana'da, Jhreinggasse'de (Jhering Sokağı) bir dairede kaldıklarını belirtmiş, suikastta kullanılan silahı Ağca'nın isteği üzerine kendisinin tedarik etmiş olduğunu fakat Ağca'nın ne yapmak istediğini bilmemiş olduğunu iddia etmişti. Avrupa'da ses getirecek eylemler üzerinde tartıştıklarını belirten Çatlı, Çelik'in Ağca'nın Viyana'daki Rus Büyükelçisi'ni öldürme teklifine karşı çıkması sonrasında ekibin dağıldığını; Ağca'nın, Şener'le birlikte İsviçre'ye, oradan da Roma'ya gitmiş olduğunu belirtmişti. Çatlı'ya göre, Ağca eylemden sonra tekrar Viyana'ya gelmek için adı geçenlerle telefonla görüşmüştü.

Mehmet Ali Ağca bir süre sonra Milliyet gazetesine telefon etti. Telefonu gazeteci Mehmet Mesci açtı. Telefondaki ses, "Ben Mehmet Ali Ağca, posta kutunuza bir mektup bıraktım." deyince içeride bir panik yaşandı. Gazete yetkilileri apar topar aşağı inip posta kutusunda inceleme yaptılar ancak sözü edilen mektubu bulamadılar. Tekrar yukarı çıktıklarında yine telefon çaldı. Arayan yine Ağca'ydı ve mektubun posta kutusunda değil, çöp kutusunda olduğunu haber veriyordu. Gazetecilerin tekrar inip buldukları mektupta Ağca, Papa'yı vuracağını ifade ediyordu. Bu süreç sonrasında Ağca Vatikan'da Papa'yı vurdu.[5] Papa yaralı şekilde kurtulurken Ağca ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Uzunca bir süre İtalya'da cezaevinde kalan Ağca daha sonra Türkiye'ye iade edildi. Burada cezasının kalanını çektikten sonra 18 Ocak 2010 tarihinde tahliye edildi.

Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

Dış bağlantılar[değiştir | kaynağı değiştir]

Ayrıca bakınız[değiştir | kaynağı değiştir]